Şehir (Ulcinj) Türkçe ulu ve uluç sözcüklerini çağrıştırırken Arnavutça ise kurt sözünden geldiği iddia ediliyor. Hikayeler iç-içe baba-oğul (Hristiyanlık’ta ki gibi) Emmanuel (tanrı bizimle) tarafından bizlere anlatılıyor. Konu bazen dallanıp budaklansa da kısaca aşağıdaki gibi.

Kitapta konunun akışında, süreklilik, zaman ve mekana pek önem verilmediğinden ben de özetim de dikkate almayacağım. Dedektif olan baba Emmanuel günün birinde akıl hastanesinde olan “şizofren” oğul Emmanuel’den bir e-mail alır ve hayatının şokunu yaşar ve bu an kar yağmaya başlar. Kitap bu gerçeküstü olayı bir cinayetle birleştirir. Bu cinayette bir ailenin tümü kendi evlerinde vahşice yok edilmiştir. Dedektif olan baba bu cinayeti babanın kardeşinin isteği sonucunda araştırmaya başlar. Dedektif aynı zamanda içmeyi çok seven biridir.

Yazar baba-oğul ikilemi ve oedipus komleksini sürekli olarak kitap boyunca işlemekte oğlulun babayı öldürmesini neredeyse sıradan bir doğa olayı olarak sunmaktadır. Babanın oğulu yaratması oğulun ve babanın birbirlerine olan ihtiyaçları sonra da doğal kopuş ve oğulun kendi varlığını zorla ortaya koyması... Dedektifin işi bulmak değil kurgudur derken anlatıcı bilgeye dönüşeceğini söylemektedir adeta...

Bunun yanında bizi özgürleştiren şeyin yalanlar olduğunu vurgulamakta aynı sayfada (14.s) oysa bizi özgürleştiren şey acı, deneyimlerimiz, bilgi kısaca öznel olarak elde edilmiş hakikattir. Bu da bir kurgu ve kitaptaki oyunlardan bence...

Amerika’da hayvanları yönlendiren araçlardan sözederken aslında benzer araçların dünyanın heryerinde insanları da yönlendirdiğini ifade etmiyor mu? Sonra araçların kayıtlarının insanların kayıtlarına benzemesini de vurguluyor. İnsanların da araçsallaştığı vurgulanıyor adeta ya da tersi... Meditasyona dalmış inek benzetmesinin ardından şehre uyumsuz olan kişiler ve etnik gruplara sardırıyor, ırkçılığa varan benzetmeler ve aşağılamalarla bu kısımları süslüyor. Aslında bizi görünen uyumsuzluk ve görünmeyen uyumu sorgulatmak mı istiyor dedim bu kısımlarda..

Yazar birinci kısımda yereli aşağılarken aynı zamanda gelişim, ilerleme, iyi ve doğruya inancı gereksiz bir iyimserlik görmekte bu da bize Hristiyanlık’ta bulunan günahla doğmak ve günahkar olarak yaşamın sürdürülmesini bir kez daha göstermektedir. İleride pedofili olduğu anlatılan babasını araştıran bir kızla olan ilişkisinden doğan dedektifin oğlu olan Emmanuel’in çocukluğu Avusturya’da geçmiştir. Bakıcı Hedvige ve anne - babası ile olan hastalıklı çocukluğu anlatılır. Dünyanın dört bir yanında mucizeler devam etmektedir. Derken ikinci vaka belirir. Salvatore’nin oğlu Dragan öldürülmüştür. Oğul Emmanuel’in akıl hastanesinde doktoru ile konuşmalarında ilk vaka –bir ailenin hunharca katli- gizli dinsel bir kitabın alınmasını örtmek ve dünyanın sonu ile ilişkilendirilmektedir. Oysa, Balkanlarda yerel bir Sırp kahraman ismi olan gerçek katil Lazar evde ne böyle bir kitap ne de kasa olmadığını dedektif Emmanuel’e söyleyecektir. Kitapta Fro Dolcino –sahte mesih-tarafından yazılan bir kitapla Sabetay Sevi tarafından yazılan yine aldatmaca bir kitabın (İhtişamlı Dönüş) yok edilmesinin ardından Sabetay Sevi’nin Kıyamet Kitabı’na uygun olarak mesihin geleceği vurgulanmaktadır. Fakat tüm bu hikayeler hastanede yatan Emmanuel’in hezeyanlarından başka bir şey değildir. Gerçek hayatta ise çocukluğundaki gibi mutlu olan ve etrafı karla kaplanmış olarak gören Emmanuel’in sanrıları bizi sarmaktadır.

Baba-oğul karşıtlığı ve döngüsü sürekli bize yaşamın devamlılığını ve kutsallığını yeniden ve yeniden göstermektedir.

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.