Maskesiz yaşama, ya da insanın yalın, yani olduğu gibi bir hali var mı? Bu soruya da ne yazık ki hayır deme noktasındayım. Zaman akan bir nehir, insanda aynı nehirde seyahat eden bir damla. Yani sürekli akış içinde ve değişim içinde bir benlik sözkonusu. Yani durağan bir kişilikte “olduğu gibi görünmeye çalışmak” yani akışa rağmen bendeki ve çevredeki değişime rağmen konumunu sabitlemeye çalışmak aslında yine bir aldatmaca. Bizler ne dünkü beniz ne geçen yıl ki, ne de lise  sıralarındaki. Tüm benliklerimiz sanki bir mezardır içimizde. Zaman zaman eski benleri ziyaret eder, dertleşir ve hesaplaşırız. Başka türlüsü pişmanlık ve yaşanmaz bir hayat olacağı için bu hesaplaşmalarda hep haklı çıkan son benliğimizdir.

İçimizdeki mezarlarımız sessizce ziyaretimizi bekler, içsel konuşmalarımız, yanımızda olmayan veya bu dünyada olmayan arkadaşlarımız, akrabalarımız hep bu mezarların yanı başındadır.

Mezarlarımıza o eski benlerle buluşmaya gideriz. Bu kabir ziyaretlerinden birinde üniversite yıllarındaki beni ziyaret ettiğim zamanlar bir kız arkadaşımla o günleri yaşıyorum. Yakın zamanda gerçekten göçtü gitti, “o”. Yani içsel yolculuğumdaki mezar ziyaretimde onun da orada bulunması beni biraz üzüyor. Bir yandan da onu bu ziyaretlerimle yaşattığımı düşünüyorum. Malum hiçbir şey ölmez.

Tekrar maskeye dönersek, maskesiz yaşamın olamayacağı çok açık. Bu acımasız dünyada maskesiz yaşayanlar sadece deliler ve hayvanlar. Ki onların da sonu modern insanın kararı ile ya tımarhane ya mezbahane ya da hayvanat bahçesi.

İnsan hayatta her an gerçekten kendisi olabiliyor mu? Çoğu zaman sıkıştığınız ve üzerinize gelen mekanda haykırmak ve bazen de terk edip gitmek içinizden gelmiyor mu? Kâh Guliver kâh Robinson gibi, hiçliğe ve bilinmeyene doğru yönelmek, seyahate çıkmak, nereye gittiğini bile bilmeden. Ama sonra sizi bağlayan şeyleri düşünüyorsunuz, sevdikleriniz prangalarınız olmuş sizi bağlamışlar, kalebent yapmışlar, Kaf Dağı’nın tepesine. Bedeniniz, eviniz, işiniz, şehriniz ayrı ayrı hapishaneniz olmuş. O sıkı prangalarınızdan kurtulduğunuzu sandığınız anda, özgürlüğünüz sandığınız şeyin yeni prangalarınız haline gelmesi ne acı.

Sanki en güzeli prangalarımızın farkında olmak. Bağlılığımızın bizleri kendimizi gerçekleştirmemizdeki etkilerine şöyle yabancı biri gibi uzaktan dışarıdan bakabilmek, bedenin dışından… Sanki bu çıkışı yapabilirsek dışsal mutluluğu ve içsel huzuru da bulabiliriz. Bir an için bile olsa olsun, o bir an’ın sonsuz bir şekilde dönüp dönüp yaşanacak mezarımız ve eski benimiz olduğunu bilirsek, mutlu ve huzurlu olduğumuz “o” anın bizim için sonsuz olduğunu da biliriz.