Durun bir dakika dedim bunlar yaşayan insanların özellikleri. Sizler bitmemiş ve asla bitmeyecek olan taslaklarsınız. Ne yontucunuz kalmış, ne size Tanrı, Tanrı-Kral veya Şehir Tanrısı olarak inanan… Durun dedim şöyle bir kenarda.

Heybetli olmasına rağmen büyük masif bir kayanın içinde olan biri “Bizler burada gören gözleri ve bize can verecek bakışları bekliyorduk yıllarca, “hoşgeldiniz” dedi.

Şaşkınlığım iyice arttı, siz hangi dilde konuştunuz dedim? Nasıl anlayabildim?

Yoksa rüyada mıyım? Yoksa yoksa gündüz düşü içinde miyim? dedim kendi kendime.

İşte o an acılar içinde bana seslenen “o”nu gördüm. Yoksa bu Gılgamış’mı diye düşündüm. Nerden bildin? dedi. Ona senin aynan benim, ben dostun Enkiduyu’m dedim. Bütün yontular belirsizleşirken bir tek sevgili dostum Gılgamış kalmıştı karşımda. Neden dedim yaşamı seçmiyorsun? Neden yaşayan-Tanrı olmuyorsun seni bilen, destanı okuyan ve sana inanan birçok insan var. Biliyorum dedi, ama henüz erken, bak burada bir tek sen varsın diğer yontulmamış taslaklar içinde beni tanıyan, sesimi duyan ve bana ayna tutan. O gün geldiğinde yani bütün insanlar bana ayna tuttuğunda canlanacağım. “İnsanoğlu” beklediği şeyin zaten ben olduğumu o zaman anlayacak.

Henüz erken dedi, çok erken. Bunu duyar duymaz kendimi kaybettim ve ağlamaya başladım. Karşımda olan ve her halinden dünyayı fethettiği anlaşılan yiğit, bilge ve ölümsüzlük arayışındaki Kral-Gılgamış bırak taşlaşayım bırak böyle kalayım dedi. Mezopotamya’ya hafif hafif yağan yağmur benim gözlerimdeki yaşı alıp hızla toprakla kaynaştırırken yüzlerce yontu yeniden taşlaştılar. O an hafif bir rüzgar esti, yoksa o rüzgarla geçip giden Gılgamış’mıydı öyle?

10.10.2016

Gürsel Gündoğdu ​- Ankara​