Kuzeyinde; Bafa Gölü ve Beşparmak Dağları ile Çomakdağı da kapsayan Batı Menteşe Dağları yer alır. Doğusunda; Kurukümes Dağı, Akdağ ve Marçalı Dağları yükselir. Güneyinde; Gökova (Kerme) Körfezi ile körfezin karşı kıyısında Datça (Reşadiye) Yarımadası vardır. Batısında ise Güllük (Mandalya) Körfezi ile Bodrum Yarımadası bulunur. Milas’ın komşuları; kuzeyde Aydın’ın Söke, Koçarlı ve Çine ilçeleri, doğusunda Muğla’nın Yatağan ve Muğla merkez ilçeleri, batısında ise Bodrum ilçesidir.
 
1.2.İklimi
 
 Milas, Akdeniz iklim kuşağındadır. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Kış aylarında nadiren yüksek birkaç dağın doruklarına kar yağar. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 32 – 34 derece arasında olup, bazen 40 dereceyi bile geçmesi sebebiyle sıcaklar bunaltıcıdır. Kış aylarında ortalama sıcaklık 12–14 derece olup, nadiren de olsa 0 derecenin altına indiği görülür. Yağışlar kış aylarında yoğunlaşır. Bazen Mayıs ve Haziran aylarında kırkikindi yağmurları görülür.
 
Milas’ta daha çok kuzeyli ve güneyli rüzgarlar görülür. Yazın karayel ve poyraz havanın aşırı sıcak hissedilmesine neden olmakta, kışın ise dondurucu ayaz yapmaktadır. Güneyli rüzgarlardan meltem yazın serinletmekte, kışın havanın ılımasını sağlamakta; lodos da kışın havayı ılıtmakta ve yağmur getirmektedir.
 
1.3.Ulaşım
 
Milas’a Bodrum-Milas-Söke-İzmir veya Bodrum-Milas-Yatağan-Çine-Aydın-Denizli ya da Milas-Yatağan-Muğla-Fethiye-Antalya karayolu ile ulaşım sağlanır. Milas’ın merkez dışında konumlu 114 mahallesi arasında da yaygın bir ulaşım ağı vardır. İlçe sınırları içindeki Uluslar arası Milas – Bodrum Havalimanı, Milas’ı havayolu ile yurt içindeki veya yurt dışındaki merkezlere bağlar. Bu havalimanı Milas’a 10 km. uzaklıktadır.
 
Milas’ın Güllük ve Gökova Körfezlerinde toplam 197,4 km uzunluğunda kıyıları vardır. Güllük İskelesi, Milas’ın ve Güneybatı Anadolu’nun denize açılan kapısı konumunda olması sebebiyle, önemli bir ithalat ve ihracat iskelesidir. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında zımpara taşı ve linyit kömürü ihracatında kullanılan güneydeki Ören İskelesi, günümüzde Çökertme Koyu ile birlikte Bodrum’dan Gökova’ya mavi yolculuğa çıkan yatların dönüş yolları üzerindeki uğrak yerleri haline gelmiştir. 
 
2.MİLAS’IN TARİHİ
 
Milas, en az 5 bin yıllık geçmişi ile bir tarih ve kültür kentidir. İlkçağlarda Anadolu’nun güneybatısında hüküm süren Karia Uygarlığının en önemli kentiydi. Antik çağlardaki adıyla Mylasa, bu dağlık ülkenin batısında, Sodra Dağı’nın eteğinde kurulmuştur. Tarihte iki kez, Karia ve Menteşe Beyliği dönemlerinde, başkentlik yapmıştır. Milas’ta Karia, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşe ve Osmanlı uygarlıkları hüküm sürmüştür. Bugün Milas ve çevresinde bu uygarlıklardan kalma çok sayıda tarihi eser bulunmaktadır.
 
Adını rüzgarlar tanrısı Ailos'un soyundan gelen Mylasos'dan alan Mylasa’nın, arkeolojik araştırmalara göre kuruluşu İ.Ö 1.bine kadar uzanmaktadır. M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan ünlü coğrafyacı Strabon’a göre Karia Sözcüğünün kökeni “sorguçlu tolga” dan gelmektedir.Kent, Karia Döneminde önemli bir şehir ve satraplık merkezi olmuştur. İ.Ö. 280 yıllarından sonra ise Pergamon Krallığı, Karya’ya hakim olmuştur.
 
Milas’ın tarihinde 27 antik kent kurulmuş ve bu kentlerden günümüze İasos, Labranda, Euromos ve Herakleia antik kentleri gelmiştir. Ayrıca günümüze kadar tüm elemanlarıyla ayakta kalabilen tek mezar anıt olan Gümüşkesen Mezar Anıtı, Bodrum’da bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan Moseleum’dan esinlenerek yapılmış olup onun bir minyatürüdür. Roma dönemine ait su kemerleri, Menteşe Beyliği kenti olan Beçin’de o döneme ait eserleriyle ayakta durmaktadır.
 
İlkçağlarda Milas mermerleriyle ünlü bir kenttir. Şehrin yakınında olan Sodra’da mermer ocaklarının bulunması, inşaat için gereken malzemenin kolayca elde edilmesi, Mylasa’nın çok sayıda mabetle donatılmasını sağlamıştır. Daha sonra Mylasa Roma egemenliği altına girmiş ve Bizans çağında Milas sınırları en geniş halini almıştır. 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Türklerin hakimiyetine girmiştir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla Muğla iline bağlı bir ilçe olmuştur.
 
Geçmişte, Milas’ta Türklerden sonraki ikinci etnik grup Rumlar kabul edilir. 19.yüzyılda Milas’ta Rumlardan sonraki ikinci azınlık Musevilerdir. Milas’ın 19.yüzyıla ait bilgisini veren W.Turner’a göre 18181 yılınmda Milas’ın nüfusu 2.000 hane idi. Bu hanelerin 130’u Rum,30’u Ermeni ve 10 tanesi Yahudilere aitti. Yahudiler, Milas’ta “Yahudi Mahallesi” olarak da bilinen Hocabedrettin Mahallesi’nde ikamet etmişlerdir. Yahudi aileler zamanla Milas’tan göç etmişler göçleri 1965-1975 yılı arasında yoğunlaşmıştır. Bugün Milas’ta Yahudilere ait bir mezarlık bulunmaktadır. Milas geçmişte farklı kültür ve inanıştan insanların barış içinde yaşadığı bir kent olmuştur.
 
 2.1.GEZİLECEK / TARİHİ YERLER
 
2.1.1.Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı:
 
İlçe Merkezinde yer alan Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı; Temenos Duvarı, Menandros Onur Sütunu, Podyum ve Mezardan (Taşıyıcı Oda, Mezar Odası, Lahit ve Dromos) oluşmaktadır. Antik dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve günümüze “Mozole” (Mausoleum) kavramını taşıyan, “Halikarnas Mozolesi”nden (Halicarnassus Mausoleum) daha erken bir dönemde, aynı boyutlarda Mausolus’un babasına ait olan ve günümüze kadar ulaşabilmiş tek örnek olması bakımından Anıt, eşsiz bir değer taşımaktadır. Antik çağ dünyasının en önemli mezar anıtı ve ölü kültünün temsilcisi olan yapıt, hem mimari tasarımı hem de sanatın diğer önemli kolları olan heykeltraşlık ve duvar resim sanatı açısından üst düzeydedir. Özellikle “Hekatomnos Frizli Lahdi” büyüklüğü, niteliği ve sahibinin öne çıkan kişiliğiyle Klasik ve Hellenistik Anadolu’da tek örnektir.
 
2.1.2.Baltalı Kapı:
 
Kentin eski surlarından bugüne ulaşan tek kalıntı, yörede Baltalı Kapı olarak bilinen kapı kemeridir. Kapı  M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenmektedir. Kemerinin kilit taşı üzerindeki çift yüzlü balta motifinden dolayı yörede "Baltalı Kapı" olarak anılıyor. Kapı kemerini başlıkları bir sıra palmet ve bir sıra yivle süslü iki paye taşımaktadır. Hıristiyanlık devrinin başlarında şehrin doğusundaki dağlardan su getiren kemerler, bu kapıya bağlanmıştır.
 
2.1.3.Gümüşkesen Mezar Anıtı:
 
Gümüşkesen mezar anıtı gri-beyaz mermerden inşa edilmiş olup toplam yüksekliği 8.45 m.dir. Arazinin eğimli olmasından dolayı anıtın doğu tarafı moloz taş ve harç karışımından elde edilen duvarla yaklaşık 1 m. yükseltilmek suretiyle düz bir platform elde edilmiş ve anıt bu düz alana oturtulmuştur.
 
Zemin katın içinde tavan levhalarını taşıyan dört paye ve bunların üzerine kuzey-güney doğrultusunda atılmış kirişler vardır. Payelerin silmeli sade başlıkları bulunmaktadır.
 
Zemin katın duvarları büyük ve düzgün yontulmuş mermer bloklarla inşa edilmiştir. Alt ve üst levhalar daha yüksek bunların arasında kalan blok sırası ise daha incedir. Anıt mezarın sütun kaideleri 0. 35 m. yüksekliğe sahip olup Küçük Asya-İon sütun kaidesi karakteri taşımaktadır. Üst yapısı basamaklı bir piramit görünümünde olan mezar anıtı M.S. 2.yy.'a tarihlendirilmektedir. Dünyanın yedi harikasından biri olan Halikarnasos'taki Mausoleum'un, küçük bir kopyası olduğu düşünülmektedir.
 
2.1.4.Su Kemerleri:
 
Milas’ın doğusundaki ovada uzanan iki katlı Su Kemerleri erken Bizans dönemine aittir. Kemerlerin inşaatında antik dönem mimari parçalar da kullanılmış. Bazı bölümleri halen ayakta olmakla birlikte büyük kısmı yıkılmıştır.
 
2.1.5.Camiler:
 
Kent merkezindeki Firuzbey Camii (Kurşunlu), Menteşoğulları döneminden kalan en önemli eserdir. Güneyi medrese odalarıyla çevrilidir. Kubbenin üst kısmı kurşunla kaplı olduğu için halk arasında Kurşunlu Camii olarak bilinir. Dışı Sodra Dağının mavi damarlı mermerleriyle kaplı olduğu için Gök Camii olarak da adlandırılır. Ters T planlı camilerin en güzel örneklerinden biridir. Hacı İlyas Camii, Orhan Bey zamanında 1330 yılında inşa edilmiştir. Son cemaat yeri ve dikdörtgen planı ile Batı Anadolu’nun en eski camilerindendir.

2.1.6.Osmanlı Dönemine Ait Yapılar:
 
2.1.6.1.Ulu Camii: 
Hocabedretttin Mahallesinde bulunan camii, Milas’ın en büyük camisidir. Ahmet Gazi tarafından 1378 yılında yaptırılmıştır. Tuğla ve taşlarla inşa edilmiş olup, dışı sıvasızdır. Şadırvanı olmayan bu camiinin duvarının altında bir kuyu vardır. Reyhani Kitabesi giriş kapısı üstündedir.
 
2.1.6.2.Belen Camii: 
 
Hisarbaşı tepesinde bulunan camiinin, tavanı ahşaptır. Sütunlar antik bir yapıdan alınmıştır. Eksen etrafındaki iki sütunun başlığı korint düzenindedir. Duvarlar taş ve tuğla karışımıyla yapılmış, dışı sıvasız bırakılmıştır. 1750 yılında Abdülaziz Ağa’nın oğlu Mehmet Sait Ağa tarafından onarımdan geçirilmiştir. Minaresi, 1811 yılında Ömer Ağa tarafından yaptırılmıştır.
 
2.1.6.3.Ağa Camii: 
 
Hacıapti Mahallesinde bulunan camii, Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hasır Camii olarak da bilinir.
 
Hacvı İlyas Camii:
 
2.1.7.Milas Müzesi:
 
İlçe ve çevresindeki ören yerlerindeki kazılarda ele geçen buluntuların bir bölümü Milas Müzesi’nde sergilenmektedir. 1987 yılında ziyarete açılan müze 1,5 dönümlük bahçe içindeki iki katlı binadadır. Teşhir salonunda yer alan 11 vitrinde Stratonikea kazılarında bulunan altın eserler, İasos kazılarında bulunan pişmiş toprak kandiller, Milas ve çevresindeki kazılardan buluntular, heykeller, heykel başları sergilenmektedir. Müzenin bahçesi de açık sergi alanı olarak kullanılmaktadır.
 
2.1.8. Çöllüoğlu Hanı:
 
1719 yılında Abdullah Efendi oğlu Hacı Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılan Han Çöllüoğlu adını, bu mekânı satın alan Tavaslı Hacı Mehmet Çöllüoğlu’ndan almaktadır. 1050 m²’lik bir alanı kaplayan Çöllüoğlu Hanı, tarihi boyunca Milas İlçesinin dini, ticari ve idari merkezi olarak görev yapmıştır. Milas’ın ticari ve idari merkezi olarak görev yapan Çöllüoğlu Hanı, ortası taş döşeli avlu ile avlunun etrafında yer alan çift katlı odalardan oluşmaktadır.  2010 yılında başlatılan ve Milas Belediyesi ve Muğla Valiliği ile ortaklaşa yürütülen Çöllüoğlu Hanı Restorasyonu  projesi tamamlanmıştır. Milas’ta tarihi mirasın tekrar kazanılmasına yönelik proje çalışmalarına Çöllüoğlu Hanı ile başlanmış, arasta ve çevresi de restorasyonun içine dahil edilmiştir.
 
2.2.MİLAS’IN YAKIN ÇEVRESİNDEKİ TARİHİ KENTLER
 
2.2.1.Beçin
 
Bir dönem Menteşeoğulları Beyliğine başkentlik yapmış olan Beçin şehri, Türk kültürü ve tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Kent, çoğu 14. ve 15. yüzyıldan kalma eserleri ile erken dönem Batı Anadolu mimarisi hakkında değerli bilgiler vermektedir. Milas-Ören yolu üzerinde kentin 5 km. güneyinde, Milas ovasına hakim bir plato üzerindeki Mutluca (Beçin) Köyünde yer alan Beçin Kalesi Bizans dönemine tarihlendirilmektedir. Kale Menteşeoğulları döneminde onarılmıştır.Kaledeki asıl yerleşim 200 metre yukarıdaki iç kale bölümündedir. Beçin’de pek çok medrese, hamam, cami, han, zaviye, türbe kalıntısı vardır. Ayrıca kentten günümüze bir Bizans şapeli, Menteşeoğulları döneminden Karapaşa Medresesi, türbe, Ahmet Gazi Medresesi, Orhan Bey Camii, hamam, Bey Konağı, Bey Hamamı, Kızılhan, Yelli Camii ve medresesi gelen yapılar arasındadır.
 
2.2.2.Labranda
 
Milas’ın kuzeyindeki Kocayayla’da (14 km.) bulunan Labranda, Karialıların haç yeri olup, dağların üstünde kutsal bir alan olarak kurulmuş antik kentlerden biridir. Labraunda ile ilgili en erken bilgileri, antik çağın ünlü tarihçisi Heredot'dan ğrenilmektedir. Anadolu'nun güneybatısında yaşamış olan Karialılar için Labraunda oldukça önemli bir kült merkezidir. "Çift Baltalı Tanrı" Zeus Labraundos kültünün kökeninin, su kaynağı ve tapınak terasının hemen üzerindeki büyük kayaya dayandığı düşünülmektedir. Mylasa’dan (Milas) başlayan ve "Kutsal Yol" olarak adlandırılan 14 km uzunluğunda ve 8 m genişliğe sahip taş kaplamalı bir yol ile ulaşılan Zeus Labraundos’un kutsal alanındaki en eski buluntular M.Ö. 5. yüzyıla aittir.
 
M.Ö. 4. yüzyılda kente en parlak dönemini yaşatan Karia Satrapı Moussollos (M.Ö. 377-354) ve kardeşi İdrieus (M.Ö.351-344); Labraunda'yı bir aile kutsal alanı haline getirip, kutsal alanda her yıl 5 gün süren dinsel bayramların kutlanmasını geleneksel hale getirmişler. M.Ö. 355 yılında yapılan kutlamalar sırasında bir suikasten kıl payı kurtulan Moussollos, kentte büyük bir imar faaliyeti başlatmış, Zeus Tapınağı da dahil olmak üzere bir dizi anıtsal yapı yaptırmış.
 
Helenistik devirde (M.S. 3-1 yüzyıllar) sadece bir çeşme yapısı inşa edilmiş olan kutsal alanda; M.S. 1-2 yüzyıllarda Kuzey Stoa yeniden inşa edilmiş ve 2 hamam yapısı ile birkaç yapı daha eklenmiştir. M.S. 4. yüzyılda, yöre halkının Hıristiyanlığı kabul etmesi ile Doğu Propylon yakınında bir Bizans Kilisesi yapılmıştır. Yine M.S. 4. yüzyılda meydana gelen büyük bir yangın felaketi nedeniyle kutsal alan kült yeri olmaktan çıkmıştır. Günümüzde ise Milas'a kadar uzanan 8 metre genişliğindeki kutsal yolun kalıntıları, bir kaç yerde korunabilmiştir.
 
Labraunda'daki kazılar, 1948 yılında İsveç’in Uppsala Üniversitesi profesörlerinden A.W. PERSSON tarafından başlatılmış ve aynı Üniversiteden  Profesör Dr. Pontus HELLSTRÖM kazı başkanlığında tarafından devam ettirilmiştir, o tarihten itibaren dönem dönem devam eden kazılar en son 2014 yılında Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nden Doç.Dr.Oliver Can HENRY Kazı Başkanlığı’nda yapılmıştır.
 
2.2.3.Euromos
 
Milas İlçesi, Selimiye Mahallesi sınırları içinde yer alan ve doğusundaki Kızılbayır dağının eteklerine yayılan Euromos Antik Kenti, Milas’a yaklaşık 12 km. mesafededir. Romalı yazar yaşlı Plinius tarafından “Eurome” olarak adlandırılan kent, daha erken dönemde Kyromos, Hyromos ve Hellenistik Dönemde de kullanılmış olan Europos isimleriyle de anılmıştır
 
Büyük İskender’in fethinden sonra Euromos Makedonya, Mısır ve Suriye kralları arasında el değiştirmiştir. Kent, M.Ö. 201-196 yılları arasında Makedonya Kralı V. Philippos’un denetimine girmiş ve kentin adı Philippoi olmuştur. M.Ö. 188 Apameia Anlaşmasıyla Karia’nın geri kalanı gibi Euromos Rodoslulara devredilmiştir. Roma İmparatorluk Çağı’nda gelişen ve bağımsız bir kent olan Euromos, Bizans Döneminde Mylasa piskoposluğu içerisinde varlığını sürdürmüştür.
 
Kentte ilk kazı ve restorasyon çalışmaları 1969-75 yılları arasında Ümit Serdaroğlu tarafından gerçekleştirmiştir. Yaklaşık 40 yıllık bir kesintiden sonra, 2011 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abuzer Kızıl başkanlığındaki bir ekip tarafından, yeniden başlatılmış ve çalışmalar halen devam etmektedir.
 
Kazı çalışmalarıyla elde edilen şimdiki veriler kentin Geç Geometrik Dönemden Bizans Dönemi’ne kadar kesintisiz bir biçimde yerleşime sahne olduğunu göstermektedir. Kentte, Zeus Lepsynos Tapınağı, kuzey ve güney nekropolleri, agora, tiyatro, hamam, surlar ve şapel görülebilecek başlıca kalıntılardır.Söz konusu kalıntılardan Zeus Lepsynos Tapınağı Anadolu’daki en iyi korunmuş tapınaklardan biri olması itibariyle dikkat çekicidir.
 
2.2.4.Iasos
Kentin yapılarını barındıran agora düzlük olan kısmında yer alır. Toplam açıklığı 107x87 metredir. Zaman içinde dört girişe sahip olan şimdiki girişi Bizans Dönemi’ne aittir. Bu alanda birden fazla döneme ait yapılar üst üste yer almaktadır. Bu dönemler Erken Bronz Çağı I’ den (MÖ 3300-3000)  Geç Bizans (MS 1261-1453) Dönemine kadar uzanmaktadır.
Agoranın ortasında çeşitli küçük kutsal yapılar ve sunaklar bulunmaktadır.  Alanın dört tarafını çevreleyen portikolar (stoa) M.S 2. yy.daki inşa faaliyetlerinden kalmadır. Kuzey ve Güney Stoalar çift portikoludur ve yer döşemesi mermerdendir.
Agoranın doğu saçaklığı boyunca uzanan çifte yazıt, geniş dikdörtgen alanı kesin bir şekilde agoranın bu günkü kalıntılarını MÖ 136-138 yılları arasında yani Roma Dönemi’ne tarihlendirir. Stoalarda bulunan dükkân yapılarına ait bloklar ile üst yapı elemanları bugün bile agorada görülmektedir.
Agorada farklı şu dönemlere tarihlenen yapılar ve yapılara ait farklı yapı evreleri bulunmaktadır:Bronz Çağ Yapıları,Geometrik Dönem Nekropolisi, Klasik Dönem(Çifte Baltalar Kutsal Alanı) ve  Geç Hellenistik Dönem.
 
Balık Pazarı:
 
Halk arasında Balık Pazarı olarak bilinen bu yer Roma Dönemi’ne ait bir anıt mezardır. Yapı, payeler üzerindeki kemerlerden oluşan bir portiko ile sınırlanmış kare planlı bir alanın ortasında,basamaklı bir platform üzerine yükselen dört sütunlu bir tapınaktan oluşmaktadır. 1993 yılında restore edilen yapı,1995 yılında Balık Pazarı Açık Hava Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
 
2.2.5.Herakleia / Latmos
 
Günümüzde Milas-Söke Karayolu üzerinde yer alan Herakleia Kenti Antik Çağda Latmos Dağları olarak bilinen Beşparmak dağları sarp ve ormanlarla kaplı olup Latmos Körfezini çevirmektedir. Doğal güzelliği ile tanınan bu antik şehre aynı zamanda Latmos veya Latmia ismi de yakıştırılmıştır.

Latmos Herakleia'sı en parlak devrini Helenistik dönemde yaşamıştır. Özellikle deniz ticareti sayesinde çok zenginleşmiştir. Antik zamana tarihlenen kalıntıları Latmos Dağı'nın Bafa Gölü’ne uzantılarının bulunduğu yerdeki Kapıkırı Köyü ile iç içedir. Gerçekte, eski şehir bugünkü Herakleia'nın doğusunda dik bir yamaçta kurulmuştur. Şehrin sur duvarları M.Ö.287de Lysimachos tarafından genişletilmiş, uzunluğu 6.5 km.ye ulaşmıştır. Surlar 65 kule ile takviye edilmiştir.
 
Herakleia'nın tamamen terk edildiği yıllardan bir süre sonra M.S. VIII. yy.ın ilk yarısında Sina yarımadasından, Yemenden gelen Hıristiyan papazları burada bir takım manastır ve kiliseler yapmışlardır. Bu manastır ve kiliseler Latmos Dağlarından başlayarak körfeze ve Bafa Gölü üzerindeki adacıklara yayılmıştır.
 
1971 yılından bu yana bölgede çalışan Alman arkeolog Anneliese Peschlow’un Latmos Kaya Resimleri ile yolu 1994’te ziyaret ettiği bir köyde kesişmiştir. İnsanlığın gelişim tarihi açısından çok önemli olduğunu söyleyen uzmanlar bu resimlerin Anadolu’nun ilk aile tablosunu sembolik bir dille anlatıldığını ifade ederler.
 
Ayrıca resimlerde Avrupa’da bulunanlardan farklı olarak savaş figürlerinin bulunmadığı vurgulanmaktadır. Batı Anadolu’da benzerleri bulunmayan bu resimler, tarih öncesi resim sanatına olduğu kadar dönemin kadın-erkek ilişkilerine dair de bilgileri günümüze ulaştırmaktadır. Paleotik zamandan Neolitik zamana geçişi simgeleyen kaya resimlerinden 170 tane bulunmuştur.  
 
2.2.6.Bargylia
 
Bargylia, Mandalya(Güllük)körfezinin güney kıyısında bulunan bir yarımadanın doğu ucunda yer almaktadır. Efsaneye göre şehri Yunan mitolojisindeki kahramanlardan Bellorophon kurmuş, kanatlı at Pegasos’un çiftesi ile ölen arkadaşı Bargylos’un anısına bu şehre Bargylia adını vermiştir.  Karya dilinde kentin adı Andanos idi. Karşı dağlarda Kemikler köyünde bulunan Artemis Kyndias tapınağı kentin kutsal alanıdır. Kent öreni Bizans döneminde yapılmış düzenlemelerle bir savunma hisarına döndüğü için yapı malzemeleri bu duvarlarda karşımıza çıkar.
 
3. MİLAS’IN KÜLTÜR VE TURİZM DEĞERLERİ

3.1. Milas Evleri

Tarihi Milas evlerinin büyük bir kısmı 19. Yüzyıla aittir. İki katlı, avlulu evlere giriş avludandır. Evlerin ahşap destekli çıkmaları sokağa taşar. Evlerin çoğu önlük adı verilen açık sofa ile avluya bakmaktadır.  Zemin katlar genellikle depo ve kiler olarak kullanılır. Mutfak, tuvalet, ahır avlunun bir köşesindedir. Avludan üst kata ahşap ya da mermer merdivenle çıkılır. Plan bakımından Milas’ın tarihi evleri önlüklü ve sofalı olmak üzere ikiye ayrılır.

Bu evlerin belirgin özelliği ağırlıklı olarak taş işçiliğiyle yapılmış olmalarıdır. Oda bölümlerini oluşturan iç duvarlar ise tuğladan veya bağdadi  yapılmıştır.

Milas bacaları Muğla bacalarının devamı niteliğindedir. Milas bacasının dört tarafının açık olarak yapılması baca tıkanmalarını ve soba tütmesini engellemektedir. Üzeri kapalı, geniş ağızlı bacalar, yörenin geleneksel çatı örtüsü malzemesi olan 28 adet yağlı kiremitle çok çabuk yapılabilmekte olup bacaların onarımı da kolaydır.

3.2.Macar Evleri

1922 yılında Macar Mimar  Pier Kubin’in planını çizdiği Milaslıların “Madam Murat’ın Evi” diye adlandırdıkları ev  Macar mimarisinin Milas’taki ilk örneğidir.1931’de Milas’a getirtilen Macar ustalarda üç ev daha yapmışlardır. Macar mimarisi özelliklerinde yapılan bu evler “Macar Evleri” olarak adlandırılmaktadır.

3.3.Çomakdağ

Çomakdağ, Bafa Gölü ile Milas arasında  Beşparmak dağlarının yamacında kurulmuş 350 haneli ve yaklaşık 1100 nüfuslu bir mahalledir. Köyün geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve ipek böceği dokumacılığıdır. Zeytin ve zeytinyağı ana geçim kaynağıdır. Çomakdağ evleri, dünle bugünü ustaca kaynaştıran mimari üslup taşımaktadır. Geleneksel mimaride yapılan evler yörede bulunan taşlar kullanılarak, taş ev şeklinde olup, bir-iki ve üç odalı, iki ve üç odalılarda salon da bulunmaktadır. Taşlar dikdörtgen bloklar şeklinde duvarların örgüsünde kullanılmış blok aralarına da kırmızı kiremit kırıklarıyla veya kayrak taşı dikine şeritler kullanılarak duvarların yüzeyleri görsel olarak hareketlendirmiştir. Her odada bir ocak ve baca mevcuttur.

Çomakdağ gelenekleriyle yaşayan bir yerleşmedir. Düğünleri dört gün sürmekte ve düğünler geleneksel yapısını devam ettirmektedir.

3.4.Güllük

Milas-Bodrum yolu üzerinden sağa ayrılan kavşaktan 8 km. sonra Güllük’e varılmaktadır. Bu şirin tatil kasabası, Bodrum’un kalabalığından hoşlanmayan tatilciler için daha sakin bir tatil olanağı sunmaktadır.

Güllük bir liman kasabasıdır. Limandan, çevrede çıkarılan boksit madeni ihraç edilmektedir. Mandalya Körfezi ve Asin Koyu çevresine yerleşmiş kasabanın sahili, balıkçıları, kahveleri, tepelere yerleşmiş otelleri ve evleri kasabanın topografik özellikten dolayı hep deniz görür.Kentin kuzeyine kurulu dalyanda ve denizde birçok balık çeşidi çıkmaktadır. balık çıkıyor. Lüfer, kefal ve en çok da yılan balığı avlanmaktadır. Sahil lokantalarından birine oturup yılan balığı ziyafeti çekebilirsiniz. Çevredeki koyların çoğunda kültür balıkçılığı da yapılmakta, çipura ve levrek yetiştirilmektedir. Güllük’te de komşusu Bodrum gibi bölgeye özel tekneler (gulet) yapılan tersaneler vardır.

3.5.Boğaziçi

Boğaziçi bir balıkçı köyüdür. Boğaziçi’nin eski adı Bargliya bir efsaneden gelmektedir. Çevresi zeytinliklerle çevrili bir koyu vardır Boğaziçi’nin. Eskiden tuz havzaları bu bölgede mevcut olup, yörenin bütün tuzu burada üretilirmiştir. Şimdilerde tuz havzaları atıl durumdadır. Mahallenin hemen hemen  tümü balıkçılıkla uğraşmaktadır.

Boğaziçi’nde balık çeşitlerinden çipura, levrek, denize kurulan balık çiftliklerinden balık da satın alınabilmektedir. Boğaziçi aynı zamanda, bir kuş cennetidir. Kuğular, flamingolar, pelikan ve yaban ördekleri gibi birçok çeşide ev sahipliği yapmaktadır.

3.6.Tuzla

Tuzla Sulak Alanı 380 hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Kışın göçmen kuşların barınma ve beslenme yeridir ve çevresi ılgın, zeytin ve çamlarla çevrilidir. En çok rastlanan kuş türlerinin başında pelikanlar gelmektedir. Diğer türler; boz ördek, yeşilbaş, sakarca, macar ördeği, sakarmeke, balıkçıl, kaz, flamingo, su tavuğu, bataklık kırlangıcıdır. Sulak alan içindeki plankton ve su bitkileriyle balık zenginliği de sağlanmaktadır.

3.7.Bafa Gölü:

Gölün üzerinde iki ada bulunmaktadır. İkiz adalardan biri aslında tam ada değil, bir kumulla karaya bağlıdır. Gölün çevresi zeytinliklerle çevrilidir. Bafa Gölü’nde kefal, levrek, yılan balığı tutulmaktadır. Göldeki adalarda manastırlar, kiliseler mevcuttur. Bunlardan "Yediler Manastırı" en eskisidir.

3.8.Ören-Keramos

Bodrum-Milas yolu üzerinde, Beçin yoluyla ayrılan 45 km’lik asfaltla ulaşılan eski adıyla Gereme, yeni adıyla Ören Gökova körfezi kıyısındadır. Şehir merkezi kıyıdan biraz içeridedir. Ören’e Gökova/Akyaka köyünden 48 km’lik toprak yol ile Gökova körfezinin kuzey kıyısını geçerek, Kıran dağlarının görünümü önünde de ulaşılmaktadır. Ören Akyaka arasında antik Keramos kenti kalıntıları ziyaret edilebilmektedir.

Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliği altında bulunan kent, bu dönemde kuzey komşusu Stratonikea ile bağlaşıklık imzalamıştır. İ.Ö. 129 yılında Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yer alan Keramos, bundan sonraki evrede önemini giderek yitirmiştir. Ören’in arkasında yer alan Meşekayası dağları üstünde sur duvarları günümüze gelmiştir. Surların alt kesimleri çokgen taş dizilerinden oluşurken, üst kesimlerde düzenli çizgi katları yapan duvar tekniği gözlenmektedir. Kayalık bir terasta yer alan ve halk dilinde Bakıcak diye bilinen yerde, kentin iki önemli tapınağı, 25 metreye varan uzunlukları ile görülürler. Kurşunlu yapı, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalardan bu adı almıştır. Güney ve batıda özgün biçimini korumuş olan bu güzel teras duvarlarının doğusu yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise Korint ve İyon düzeninde yapı parçaları bulunur. Söz konusu tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu ileri sürülmektedir.

Kasaba içinde bulunan Akyapı, Roma dönemine ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası dağının arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşmaktadır.

3.8.1. Ören'de Yamaç Paraşütü
 
Yılın büyük bir zaman diliminde uçuş yapılabilen Ören Alatepe pistinden Gökova Körfezi semalarında yamaç paraşütü sporu yapılmakta, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini görmektedir. Yer yıl nisan ayı içerisinde Yamaç Paraşütü Festivali yapılmaktadır.
 
3.9.İNCİRLİİN MAĞARASI VE GÖKÇELER KANYONU

3.9.1.İncirliin Mağarası  

İncirliin Mağarası, Milas ilçesinin güneybatısındaki Manastır Dağı’nın Gökçeler kanyonuna bakan kuzey yamacında bulunmaktadır. Ülkemizin en güzel mağaralarından olan İncirliin Mağarası, içindeki jeolojik oluşumlar, tarihi kalıntılar, doğal çevresi ve turizme açılması için yapılan hassas çalışmalarla örnek bir mağara konumundadır.           

Türkiye genelinde turizme açık mağaraların turizm amaçlı değerlendirilen kısımlarının uzunluğuna baktığımızda (140 ila 160 m. arası)  İncirliin Mağarası 345 metrelik uzunluğunun turizme açık 155 m.si ile turizme açık mağaralar arasında yer almaktadır.

Mağara, yatay olarak gelişmiş, kaynak konumlu fosil bir mağaradır. Mağaranın gelişiminde belirgin bir fay etkili olmuştur. Altta bulunan şistler (karst taban yüzeyi) nedeniyle, bölgedeki jeomorfolojik gençleşmeye ayak uyduramayan mağara, fay ve çatlaklar nedeniyle kafesli bir yapıya sahiptir.

İncirliin Mağarası, son derece güzel ve ilginç dev sarkıt, dikit, sütun ve damlataş havuzları ile kaplıdır. Mağaranın damlataş sütunları ana galeriyi çok sayıda salona ayırmıştır.

Toplam uzunluğu 345 m. olan İncirliin Mağarası geniş bir girişe sahip olup, mağara birbiriyle bağlantılı birçok salondan oluşmaktadır. Bu salonlar arasındaki bağlantılar çoğu yerde 6 -7 metrelik dik inişlerle sağlanmaktadır. Diklikler genel olarak damlataş birikimlerinden ileri gelmiştir. Orta bölümde bulunan Gösteri Salonu, mağaranın en aşağı (giriş seviyesinden -7 m.) seviyesindeki kesimidir. Buna karşılık en sonunda bulunan ve fay üzerinde gelişen Damlataş Galerisi, girişe göre +12 m. yukarıdadır. Yukarıda bahsedilen bu bölümlerin turizme kazandırılması ile mağarada gezilebilecek kısım yaklaşık 155 m.dir.

Hidrolojik olarak vadoz zonda bulunan mağara, yağışlı dönemlerde tavandan damlayan sular dışında bütünüyle kuru olma özelliği göstermektedir. Yağmur sularının tavandan damlaması sonucunda mağaranın çukur kesimlerinde sığ gölcükler oluşmuştur. Bu sığ gölcükler havuz olarak tanımlanmaktadır.

Genel olarak mağaranın giriş, Yarasa Galerisi, Havuzlu Salon ve Gösteri Salonu’nda bulunan damlataşlar kısmen fosilleşmiştir. Buna karşılık Damlataş Galerisi’ndeki sarkıt, dikit, sütun ve makarna sarkıtlarının oluşumu devam etmektedir.

Mağara girişindeki toprak zeminde ve mağara içinde çok sayıda prehistorik ve antik dönem arasına tarihlenen seramik parçaları bulunmuştur. Bu buluntular eski dönemlerde mağaranın kullanıldığını göstermektedir.  İncirliin Mağarası, Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 27.02.2008 tarih ve 3807 Sayılı Kararı ile I.Derece Arkeolojik ve I.Derece Doğal Sit olarak tescillenmiştir.

İncirliin Mağarası turizme açılırken ekolojik dengenin bozulmaması üzerine projelendirilmiş ve projesine uygun olarak tamamlanmıştır.

Bu çalışmalar kapsamında mağaranın içinde yaklaşık 155 metre yürüyüş yolu düzenlenmiş, jeolojik oluşumlara zarar vermeyen aydınlatma, yürüyüş yolu ve güvenlik sistemleri kurulmuştur. Turizme açılan güzergâh daha da uzatılabileceği halde yapılmamıştır. Yapıldığı takdirde canlı yaşamı,  jeolojik oluşumlar vb. etkileneceğinden, turizme sadece 155 m. lik kısım açılmıştır. Bu güzergâh, yapılacak bilimsel çalışmalar neticesinde, uygun bulunması halinde uzatılabilecektir. Galerilerden Damlataş Galerisi’nde jeolojik oluşumlar devam etmekte, Yarasa Galerisi ise doğal yaşam alanı olması sebebiyle doğal hali korunmuştur.

3.9.2.Gökçeler Kanyonu

Muğla İli Milas İlçesi Gökçeler Mahallesi Mevkiinde bulunan Gökçeler Kanyonu, Karacahisar Mahallesi Suçıkan mevkiinden başlayıp, Gökçeler Mahallesine kadar yaklaşık 10 km. uzunluğunda eşsiz bir doğal çevreye sahiptir.  Kanyonda yer yer arkeolojik buluntulara rastlanmıştır. Gökçeler Kanyonu, Fesleğen Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi sınırları içinde olup, asırlık zeytin, ceviz, incir ve çınar ağaçları, maki (sandal, sakızlık, akçakesme, defne) bitki örtüsü ve  kızılçam ağaçları ile kaplıdır. Kanyonun içinden Değirmen Deresi (Hamzabey Çayı) geçmekte ve yöre halkı eskiden bu çayın üzerinde 14 adet un değirmeni olduğunu söylenmektedir.  Bu değirmenlerden üç tanesinin kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır.

Kanyonu baştan sona iki yakaya ayıran Hamzabey Çayı, üzerinde oluşan irili ufaklı şelaleleri ve göletleri ile  doğa severler için vazgeçilmez bir  güzergahtır. Gökçeler Kanyonu doğa yürüyüşü, dağ tırmanışı, mağara gezisi yapmak ve günübirlik turlar düzenlemek için son derece cazip bir bölge özelliği taşımaktadır. Görsel estetiği yüksek olan kanyonun eşsiz panoramik görüntüsü, Milas Kaymakamlığı ve Güney Ege Kalkınma Ajansı tarafından yapılan son çalışmalarla turizmin isteklerine cevap verebilecek şekilde dizayn edilmiştir. Bu çalışmalar kapsamında kanyonun zirvesine bir seyir terası yapılmıştır. Seyir terası kanyonun bütün güzelliklerine hakim bir noktada bulunmaktadır. Bu seyir terası ziyaretçilere eşsiz bir doğa manzarası eşliğinde dinlenme ve keyifli zaman geçirme imkanı sunmak üzere tasarlanmıştır.

Kanyon doğal hayatı içinde oklu kirpi, keklik, tavşan, üveyik, karatavuk, bıldırcın, çakal, tilki ve yaban domuzu gibi hayvanlar yaşamaktadır. Bu hayvanların yanı sıra kanyonda bulunan irili ufaklı mağaralarda cüce cinsi yarasalar yaşamaktadır.

Gökçeler kanyonunda yaklaşık 30 adet mağara bulunmaktadır. İrili ufaklı olan bu mağaraların en önemlileri İncirliin ve Çatal Mağara’dır. İncirliin Mağarası yapılan çalışmalarla turizme kazandırılmıştır. Çatal mağara ise bilimsel çalışmalar neticesinde açılabilecektir.

3.10.ÇÖKERTME
 
Çökertme'nin adı antik Karia döneminde, Vasiliko olarak geçmektedir. Muğla İline 109 km., Milas ilçesine 52 km. ve Ören mahallesine de 17 km. uzaklıktadır. Çökertme mavi yolculuğa Bodrum’dan çıkan teknelerin ilk ya da son durak olarak vazgeçilmez koyudur. Çökertme sahili, denize girmek için tertemiz kum plajlara ve yatların geceleme yapabilmeleri için çok sayıda koya sahiptir.
 
3.11. MİLAS YEMEK KÜLTÜRÜ
 
Milas yemek kültüründe yöre ekonomisinde büyük payı olan zeytinin önemi görülmektedir. Yöredeki zeytin çeşitlerinden sofralık zeytin olarak yağlı zeytin, çekişge, salamura ve bastırma zeytin önemli bir yer tutmaktadır. “Altın sıvı” olarak bilinen zeytinyağı Milas ekonomisinde oldukça önemlidir. Milas sebze ve ot yemekleri zeytinyağı ile pişirilmektedir. Zeytinyağı haricinde makarna ve pilav gibi yemeklerde tereyağı kullanılmaktadır.
 
Sebze Yemekleri: Çiçek kızartma, börülce çullama, börülce sallama, ebegümeci kavurması, kenker(şevketi bostan), karnabahar tatarı, patlıcan ekşilemesi, yoğurtlama, hardal salatası, tilkişen kavurması, palandiz salatası, bakla yaprağı salatası, kuru biber salatası, soğan  depmesi, acur salatası, semizotu salatası
 
Hamur işleri: Çaykama böreği, tepsi böreği, vekilharç, bulgur böreği, pirinçleme dökmesi, katmerli börek.
 
Et, tavuk ve balık yemekleri: Kanlı kavurma, mumbar dolması, et kavurması, etli pırasa, kabak çiçeği dolması, ekşili köfte ve keşkek.
 
Tatlılar: Zerde
 
Nerede yenir?
 
Milas merkezinde Milas köftesi ve ciğeri mutlaka yenilmesi gereken lezzetlerdir. Milas-Muğla karayolunun 17. km.sinde bulunan Beypınarı’nda, kavak ve çam ağaçları arasında, soğuk  su kaynaklarında yetişen alabalığın, tavukla yapılan kanlı kavurmanın, yöreye has ekmekle yapılan köy kahvaltısına tadına doyum olmaz.
 
Bafa Gölü çevresinde özellikle Kapıkırı Mahallesinde yılan balığı, göl çipurası ve levreği ile yemek bir ayrıcalıktır. Çökertme Mahallesinde taş fırında pişen balık güveç ve yeşillik salatasını deneyebilirsiniz. Milas’a 29 km. uzaklıkta Milas-Bodrum karayolu üzerinde Boğaziçi Mahallesinde tereyağlı tavada karides, karides güveç ve acılı ekşili yeşil zeytinle yenen akşam yemeği de  buraya özgü lezzetlerdendir.

Milas Yakın Çevresinde Doğal Çekim Alanları 

27 antik kenti barındıran Milas’ın tek özelliği tarihi çekiciliği değil.Tarihte bunca kente ev sahipliği yapmış olmamasının ardında doğal zenginliği var Milas’ın.İki göl var Milas sınırları içinde.Biri Bafa, diğeri Tuzla.İkisi de denizden kopmuş,ikisi de tuzlu ama kuş zenginliği açısından ikisi de büyük bir değer taşıyor.Bafa Gölü sulak alanı,Milli park ilan edilmiş koruma altına alınmış.Kuş avcılığı yasak. Binlerce kuş barınıyor bölgede.En çok rastlanan kuş türleri arasında karabatak,boz ördek,meke, pelikan,kuğu,boz kaz,gri balıkçıl bulunuyor.Güllük deltasındaki Tuzla Sulak alanı için Güllük sayfalarına bakınız.Milas sınırları içerisinde ve şehir merkezine 23 km uzaklıkta,Sırtlandağ mevkiinde bulunan Halep çamı ormanı,bu tür orman çok az yerde kaldığı için Tabiat Koruma alanı içine alınmış.40-50 yaş grubu Halep çamlarından oluşan orman 760 hektarlık bir alanı kaplıyor.   

PAZAR YERLERİ

Her hafta Salı günü Milas’ın merkezinden kenar mahallelere kadar uzanan ve tüm Milas’ı bir ağ gibi saran rengarenk panayır yeri gibidir Pazar.Yerli ve yabancı tüm turistlerin akın ettiği bu pazarda; yöresel kıyafetleriyle bahçelerinde yetiştirdiklerini sergileyen kadınları,evlerinde yaptıkları zeytini,yoğurdu sunan yöre insanlarını,dalından sofraya sunulan taze meyve sebzeleri,çam kokulu balları,zeytinin her çeşidini,incecik işlenmiş yerel dokumaları bulmak mümkündür. 

EL SANATLARI

Elişleri ve nakış işlemeleri:

Genç kızların çeyizlerini hazırlamak için yaptıkları örtüler,Türk işi,kanaviçe,iğne işleri,boncuk oyaları,tığ oyaları,halılar,dokumalar bu işlerin bazılarıdır.Milas Çomak dağ Kızılağaç köyünde saf ipekten yapılan işlemeye “yanış” denilmektedir.Parlak ve canlı renklerle yapılan bu işlemeler pano ve torba yapımında kullanılmaktadır.Oymacılık:

Tarihi Milas oymacılığının iyi örnekleri bulunmaktadır.Kapı tavanı,saçak ve yüklüklerde işlenen motifler günümüze ulaşmıştır.Halıcılık:

Milas Türkmen boylarının en eski yerleşim yerlerinden biridir.Bölge örf,adet ve giyim olarak bu özelliğini korumuştur.Milas yöresinde kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan halılar dokunmaktadır.Halı geleneğinin 16.yy.da seccade halıları dokunmasıyla başladığı kabul edilmektedir. 18.yy ve 19.yy.a tarihlenen halılar desen ve renk özelliği ile klasik ve Barok stili olarak ayrılır.

Klasik olanlar mihraplı Milas seccadeleridir.Bu seccadelerde mihrap eşkenar dörtgen şeklindedir. Mihrabın üzerinde bir alem,mihrabın içe bakan kenarlarında stilize edilmiş bitki motifleri bulunur. Konturları olmayan motifler görülür.”Ada Milas” halısı eski örneklerden biridir.Kenar süslerinin yan yana sıralanmasından oluşur.Her suyun içinde motifler genelde birbirlerinin tekrarıdır.Barok stil olarak adlandırılanlar,Osmanlılarda,Sultan Abdülmecit döneminde mimarı ve sanatta Avrupa etkisinin yoğun yaşandığı dönemlerde üretilmiştir.Bu halılarda düz çizgiler yerine çizgiler yerine zigzaglar belirlenmiş kenar süs çiçek desenleri yerleştirilmiştir.Adını,bir dal üzerine yerleştirilen stilize edilmiş karanfil demetlerinden dolayı almıştır.

Milas’taki başka bir grubu oluşturan halılar da Madalyonlu örneklerdir.Bu halılar,kare,dikdörtgen , altıgen olarak çeşitli tiplerde karşımıza çıkar.”Karaca hisar Halısı” Karaca hisar Köyünde yapılan bu gruba giren örneklerdendir.Milas halılarında 18. ve 19.yy.dan itibaren tamamen yün kullanılmıştır.Halılar kök ve doğal boyalarla renklendirilmiştir.Milas Halıları olarak isimlendirilen bu halılar ilçemizde halen,Karaca hisar,Ören Dört tepe,Gereme,Bozalan,İkizköy,Pınarköy,Mezgit,

Gürceğiz, Akçakaya ve birçok köylerde dokunmaktadır.


Stephanos Byzantinos writes in his Ethica that Mylasa was named after Mylasus, son of Chrysaor, the grandchild of Sisyphus and Aelos. The ancient Greeks regarded the Carians as the oldest habitants in the Aegean region, together with the Lelegs and Plasgs. In the epics of Homeros, the Carians and the Lelegs are mentioned as being of Asian origin, having fought in alliance with Priamos, the Trojan king.

Herodotus, the historian from Halicarnassus, mentions three novelties in the outfits of battle attires. First of all, the shields which hitherto were wrapped around the neck and the left shoulder with leather straps, were slipped to the arm to allow for freedom of movement. Secondly, the exterior of the shields was ornamented with paintings, and, thirdly, the helmets had plumes. The name Caria is derived from the plume on the helmet worn in battles. Strabon states that the root of the word Caria lies in describing a plumed helmet.

Mylasa took part in the Ionian rebellion and the Persian Wars in the fifth century B.C. In 446 B.C., following the Berymidon Battle, Mylasa joined the Attica-Delos Naval Confederacy. In 334 B.C. Alexander the Great, in his campaign in Asia, conquered south-western Anatolia, as well as Mylasa, but later gave this territory to Ada, the Carian queen. In 189 B.C. Antiochus III, the King of Syria, was defeated by the Romans and had to leave many of the Carian cities, excepting Mylasa, to Rhodians.

In 143 B.C. Mylasa was appointed by the Roman Emperor Macmilius to act as adjudicator in a dispute and thus became the seat of conventus, where the Roman governors presided the assizes. The last king of Pergamum, Attalos III, donated Mylasa to Rome in 129 B.C., and the city was reigned by Roman rulers.

In Byzantine times, Mylasa was a bishopric centre. In the 13th century it was dominated by the Turks and became the administrative centre of Menteşe Gulları in 1392. With the proclamation of the Turkish Republic, it became a township of Muğla.

GÜMÜŞKESEN MONUMENTAL TOMB

This monument is estimated to have been founded in the second century A.D. It has a rectangular grave chamber with a wall of broad-and-narrow masonry, containing four pillars supporting the floor of the upper story. The upper story is supported by an open colonnade, with a square pilaster at each corner and two partially fluted oval columns on each of the four sides. The monument is erected on a crepis with two steps. The roof is formed of five layers of blocks, with each block placed diagonally across the angles of the one below, to form a shallow pyramid. There is a hole on the floor of the upper story, presumably to pour wine down to the deceased lying below.

GATE WITH AXE

This was built towards the end of the first century A.D. The decoration of the piers consist of a row of flutes surmounting a row of palmets. It takes its name from the double axe relief on the keystone of the arch on the outer side.

ZEUS CARIUS TEMPLE

The temple is on a podium, 3.5 m. in height, on the hill to the west of Hisarbaşı district. It has a single column called Uzunyuva.

AQUEDUCTS

The aqueducts in two levels along the plains in the east of Mylasa are dated to the early Byzantine period. In their construction, antique architectural pieces were reused.

BUILDINGS AS SPECIMENS OF CIVILIAN ARCHITECTURE

Entrance to the Milas houses is generally through a small or large interior courtyard. The gate to the courtyard is either on the side or below the houses lining the street. The houses are in two stories with the upper rooms overhanging the street.

The wooden supports of these overhangings are plain in modest houses. In buildings from the second half of the 19th century, these supports were connected with lath and plaster workmanship known as the Baghdad technique. Most of the houses face an open hall or courtyard named "önlük". The first floor is usually for storage. The stone paved space in front called "taşlık" is below the hall. The kitchen, toilette and stables are in a separate corner of the courtyard. Generally an antique marble stairway leads to the second story. There are also stairways with wooden steps laid on marble blocks. On the other hand, some houses are built with the influence of European architects who came to the region shortly after the proclamation of the Turkish Republic. The latter, in contrast to typical Milas houses, were built as enclosures.

They are generally on two levels where there is a living room in the centre which opens to the other rooms on the sides. The kitchen and toilette in these are within the houses.

ÇÖLLÜOGLU CARAVANSERAI

It is at Hisarbaşı district, built in 1719-1720 (H.1132). It was donated in 1738 to the medresse (theological school) built near the Agha Mosque by Abdülaziz Agha.

The caravanserai is in two stories and rectangular in shape. The lower floor has arches supporting the upper story, which are somewhat broken. In the construction, plenty of stone and rubbles from previous buildings were reused. The lower floor consists of open spaces to tie up animals, which is typical of the Ottoman inns.

This space is supported by columns on which the porch of the upper floor is erected. The roof is covered with grooved tiles. The building reflects the original architectural pattern on a large scale.

SAMPLES OF RELIGIOUS ARCHITECTURE

HACI ILYAS MOSQUE

The mosque was built in 1330 (H.730) in the central Hacı Ilyas district of Milas during the Menteşeoğulları regime, by Şucaaddin Orhan Beg. There is a single praying room with three sections in front for congregation. The dome and the roof are covered with grooved tiles.

ULU MOSQUE

It was built in 1378 (H.780) in the Hocabedreddin district. It is the largest mosque in Milas. The side walls are supported with huge pillars. A lot of the material is reused. The mosque is divided into three courtyards in the south by two rows of pillars. The first pillar on the left is octagonal while the rest are suare-shaped. The courtyards on the right and at the centre have gables and the left one has a diagonal vault. The vaults are connected to the walls by arches while the gable on the right is erected on short supports. In the middle one, in front of the praying niche, there is a dome covered with lead on the outside. The way the vaults are tied in to the dome is a good example of transition from roofs to vaults and from vaults to domes. The roof is covered with pleated tiles.

FIRUZBEY MOSQUE

It is in the central Firuzpaşa district and was built in 1394 (H.787) by Hodja Firuz Beg. It is in reverse "T" shape and has a courtyard for congregation. There are medresse rooms in the garden. Its popular name is Kurşunlu Mosque as the dome is covered with lead. The entrance portal, the courtyard for congregation, the arches, and the space between the arches, the praying niche and the pulpit all exhibit very refined stone masonry. Red and white stones are used at the entrance portal and above the windows. The pulpit is ornamented with decoration and prayers from the Koran, written in refined calligraphy in Arabic alphabet. On both sides there are revolving columns. The dome is decorated with chisel work.

BELEN MOSQUE

Assumed to be built in the 14th century, it is on the Hısarbaşı hill in the centre of the town. It resembles the Ulu Mosque. Two rows of three pillars each divide the three courtyards. the main entrance is from the north and there is a smaller entrance in the west. The walls are made of bricks and stone, and it has a wooden roof. The minaret was built in 1811 by Ömer Agha, son of Abdülfettah.

AGHA MOSQUE

It was built in 1737 in Hacıaptı district by Abdulaziz Agha. It is rectangular in shape. With the courtyard for congregation and pleated roof, it is simple in design. The minaret was built in 1885, by order of Lady Refia, mother of Mehmet Beg, descendant of Abdulaziz Agha. The medresse, built at the same time, is no longer in existence.

THE MUSEUM OF MILAS

The Museum of Milas was originally inaugurated in 1983 by the transfer of some objects from the Underwater Archaeological Museum of Bodrum, with the approval of the Ministry, as well as by compilation of works of art unearthed in excavations in the vicinity. It was opened for public on 4 April, 1987. In the garden, marble objects found in salvage and foundation excavations and during surface researches are exhibited. In the interior exhibition hall, potteries, glassware, brass and golden objects, marble heads and busts, in chronological order, dating from the Bronze Age to the Byzantine period are presented for public view.

BEÇIN

Beçin is a medieval city situated on the slope of a plateau, rising steeply to a height of 200 meters, 5 km. to the south of Milas. It was founded during the Menteşeoğulları reign and was not a significant centre in the ancient and the Byzantine periods.

However, the walls of the Beçin fortress were constructed with reused material from ruins
dating back to antique ages. The wall on the right of the interior gate of the fortress is erected on the marble crepis with six steps of a temple.

The name of the city is recorded as "Pezona" in medieval Italian sources, as "Barçın" in Turkish and Islamic texts and as "Peçin" in later scriptures. The present-day pronunciation is Beçin. In Evliya Çelebi's travels during the 17th century, Bevin was a town under the jurisdiction of Milas, with 20 houses built within the fortress. There were warden and 20 guards at the fortress which was then used as a prison.

The Beçin site is comprised of a fortress over a round, steep rock on the slope of the plateau and of a settlement surrounded by a 1.5 m. thick city wall at the south of the fortress. There is a single entrance in the south to the fortress which is surrounded by steep rocky slopes on all the other three sides. The entrance is defended by a high tower and double walls which are partially demolished. Evliya Çelebi mentions a trench of 10 fathoms, which is now filled with earth, and a bridge over the trench with springs. The hidden stairway leading to the caves in the west of the fortress is also buried underground today.

The region was under Turkish jurisdiction in the second half of the 13th century. Menteşe oğulları made Milas their capital at first and then moved the government offices to Beçin which was easier to defend. Beçin remained the capital throughout the rule of Tacettin Ahmet Ghazi. Upon his death, the region was conquered by Beyazid I (the Thunderbolt) when the principal was moved to Balat (Milet).

Of the city, the remains of the interior fortress facing the Milas plains, the city walls of the outer fortress and of the buildings at Kepez and Siğmen have persevered to our day.

AHMET GHAZI MEDRESSE AND GRAVE

The medresse, which was built
by Ahmet Ghazi in 1375 (H.777), according to the inscription above the gate, is the best preserved building in the city. There is a courtyard, 9.10 x 12.50 m. in dimension, surrounded by ten rooms. Entrance is through the monumental gate in the south of an exedra built in Gothic style. Opposite the gate is the grave of AHMET Ghazi, covered with a high dome. The grave opens to the courtyard of the medresse by a pointed arch, recalling Gothic architecture. On the outer corners of the arch, there are two reliefs of lions holding flags. The name of Ahmet Ghazi appears on the right-hand flag. The small, arched gate in the north opens to the exterior of the medresse. The identity of the second grave, resembling that of Ahmet Ghazi, has not yet been certified.

The rooms of the medresse are covered with cradled vaults. They are dark and small. Each room has a fireplace, with two or three cupboards. The roofs are covered with earth and made into porches. On both sides, corridors and stairways lead up to the porches. Above the large rooms both on the left and on the right, there were rooms on the second floor which are now extinct. The dome of the grave is covered with tiles.

The façade of the medresse, the eastern wall, 6 meters of the western wall, the interior walls facing the courtyard, the corridors and the interior of the gates are paved with sandstones. Half of the western wall on the north and the rooms are neither paved nor plastered. At a later date, next to the outer door of the room in the east, a small, arched fountain was constructed with two lion reliefs on the panel. The square marble in the middle of the courtyard indicates the presence of a fountain for ablution.

OTHER BUILDINGS WITHIN THE CITY

The city walls, enforced with two round towers on the east and the west, surround quite a wide terrain. The second preserved building within the walls is the large Public Bath located between the fortress and the Ahmet Ghazi Mosque.

Evliya Çelebi mentions having witnessed the construction of Orhan Beg Mosque, built by Ibni Batuta in the 14th century. The mosque is completely demolished, but the foundations and the marble gate are standing. Of the two square tombs to the east of this mosque, the dome of one has collapsed. Further east, there is a building in quite good shape called Kızılhan, with a cradle vault on the first floor, the upper story covered with three domes and the stairway on the outside facing west.

BUILDINGS OUTSIDE THE CITY WALLS

Outside the city walls, in the south, there is a large courtyard (Emir Havlusu) used as a market place at the time; the Karapaşa Caravanserai covered with three cradle vaults, and a smaller vaulted building which is thought to be another caravanserai. The necropolis is immediately to the east of the city walls and extends through the maquis to the Kepez district which is separated from the city by a small river called Kara Ahmet.

The marble grave stones, some of which were carted to the Ahmet Ghazi Medresse, represent distinguished samples of the Turkish art of the 14th and 15th centuries.

At the Kepez district, 15 minutes to the east of the city walls, there is a group of buildings. Of these, the Yelli Mosque is a small one with a single dome whose courtyard for congregation is covered with two diagonal vaults. To the west, a public bath with a collapsed roof, and, in the east, a demolished medresse resembling that of Ahmet Ghazi, and, at a little distance a marble pond, 7.75x10.30 m. in size, catch the eye.

The Beçin excavations were started by Prof. Dr. Oluş ARIK in the 1970 and since 1995 are carried out by the Directorate of the Milas Museum in collaboration with Prof. Dr. Rahmi Hüseyin ÜNAL and his team.

EUROMOS

Euromos is located on the Izmir highway, 10 km. from Milas, and was the most important city in the ancient times after Mylasa. The name of the city was 'Cyramos' or 'Hyramos' in the 5th century B.C.

The Greek form "Euromos" meaning "strong" is likely to be adopted as the policy of Hellenization by Mausolus.

From an inscription we learn that Euromus had a disagreement with its northern neighbour Heracleia, which raided the territory of Euromus and carried off sacred and private property. A Euroman citizen who had suffered in this way applied to the authorities in Mylasa, who thereupon sent an ambassador to Herecleia to
solve the dispute.

Although the city is in ruins, the Temple of Zeus at Euromus is among the half dozen best preserved monuments in Asia. It is in the Corinthian order and dates from the second century A.D. It has 6 columns on architrave and 9 columns on the sides. The three columns on the north side and the one at the south-western corner are unfluted, probably because the decoration work was left unfinished.

Most of the columns facing north and west have panels with a dedicatory inscription. Five were presented by physican and magistrate Menecrates and his daughter Tryphaena, and seven by Leo Quintos, another magistrate.

The large but quite demolished theatre is in a recess in the hillside a little above the plain. Five rows of seats are best preserved in the north. The agora on the flat ground is surrounded by a stoa with some of the columns still standing. Further west there is another stoa. On one of its pillars there is a long inscription recording the financial assistance of a certain Callisthenes to the city and his alliance with Iassos.

At and around the Temple of Zeus, excavation and restoration work was started by Prof. Dr. Ümit SERDAR OĞLU in the 1970s but were not continued.

LABRANDA

Labranda, which was the sanctuary for Zeus Labrandos, is 14 km. north-west of Milas. The earliest ruins are from the 6th century B.C. In 6th and 5th centuries, the sanctuary was a small, artificially levelled plain used as the terrace of the temple. In 497 a battle took place in the sanctuary and the Carian army, together with its Miletian allies, was defeated by the Persians.

The 4th century B.C. is when the temple gained prominence.

During the reign of Mausolus (377-352) and Idrieus (351-344) as satraps, its appearance was enhanced. In 355, during an annual sacrificial feast, Mausolus was saved from an assassination attempt at the last minute. To celebrate his narrow escape, a number of artificial terraces, a small Doric Building, a monumental stairway and two large halls of feast (Androns), a building with a porch (Oikoi), a stoa and a colonnated Temple of Zeus were erected. Upon the death of Idrieus in 344, all the constructional work ceased.

Following a great fire in the 4th century B.C., the sanctuary was no longer used as a centre of cult.

From Mylasa, an 8 m. wide Sacred Way leads to the sanctuary in Labranda. The pavements of this road are still discernible. There are two entrance gates to the courtyard. The one named the Doric building is an irregular rectangle and is immediately to the east of the southern propylon. It faces north; has four columns with a front yard and a marble façade, and is Doric in style. During the Roman period, this building was added to the bath complex.

The propylon displays refined masonry and is surrounded by a wall opening to long rooms by four wide passageways. The rooms are either for storage of goods or for treasury. It is part of a large complex. This building joins another one which is higher in the east, with four square rooms and a porch used for sacred feasts. A stairway, 12 m. wide, reaches the terrace in the centre. Here the Andron of Mausolus (Andron B) stands. This is the first building constructed by the descendants of Hecatomnos. With the square cella and the wide, rectangular niche, it resembles a temple. In this niche, the statues of Mausolos, his wife and sister Artemisia and perhaps Zeus may have been standing.

The Temple of Zeus on the uppermost terrace faces east. Its first phase is dated to the 4th century B.C. In the second phase, a row of columns, 6 in front and 8 on the sides, as well as a second building behind the cella (Opisthodomos) were added to align with the dimensions of the cella. The colonnaded temple was sanctified by Idrieus. Its details and general appearance resemble the Temple of Athena in Priene, which indicates that both were built by architect Pytheos. The Andron of Idrieus (Andron A) is in the south-west of this temple. It is the best preserved building in the settlement. The south wall is 7.9 m. high from the ground. Its plan is similar to that of the Andron of Mausolus. Within the cella, traces are visible of low, plastered stone seats which were used during the sacred feasts. In the niche on the back wall, statues of Idrieus, his sister and wife Ada and Zeus stood.

Oikoi is made up of two rectangular rooms of varying sizes behind the porch with four Doric columns, between the antes. The roof of this building is a combination of Doric and Ionian styles. It may have been used both as an archive building of the sanctuary and as offices for the priests and for sacred feasts.

There is a steep climb to the north of sanctuary. On the southern slope there is a tomb, 15 m. in length above the temple. The grave chamber and the entrance are vaulted. The granite roof is in Doric style. Two hundred meters to the west of the sanctuary, there is a stadium with a supporting wall on the back. At each end, the departure and the arrival signposts in stone are still discernible. During the five-day festivals at the sanctuary, races must have been organized at this spot.

The excavations at Labranda were started in 1948 by A.W. Persson from the Uppsala University in Sweden and are still under way, presided by P. Hellström.

HERACLEIA

The antique city of Heracleia may be reached by a road branching off at Çamiçi district on the Milas-Söke highway. The city is in the Kapkırı village and is 39 km. from Milas. In the antique period the city reached out to the Latmos Bay which was an extension of the Aegean Sea. However, due to alluvions from the Meander River, the bay is the Bafa Lake today.

The city is named after the famous epic hero, Heraclitos. It was called Latmos in the 8th century B.C. and was seized by the Carian satrap Mausolus, during the Persian reign. It fell into the hands of Alexander during his Asian campaign and was later dominated by Seleucos. Being cut off from the sea in the first century B.C., Heracleia lost some of its prominence. However, due to its inaccessibility, it became a hiding place for Christian hermits. The antique city, situated on a very rough and rocky terrain, was surrounded by city walls 6.5 km. long, supported by 65 towers. The walls, made of smooth rectangular and square stones, were built during the Hellenistic period. Heracleia, based on the city plan of Hippodoamos, is a good example of gridiron patches and streets vertically cris-crossing one another.

The Temple of Athena on the bluff behind the harbour is one of the best preserved buildings on the site. It is in Antis style with two Hellenistic columns. The agora to the east of the temple is on two levels, with only the first level still standing. The shops and the inns in the agora are still discernible. The walls on the south are in good masonry. They are rectangular, surrounded by porticos. The U-shaped building on the east of the agora is the bouleterion. The north-eastern walls are quite intact.

The theatre is in the north-east of the city. The walls of the stagebuilding and the seats in the first cavea are discernible. Along the road to the shore and to the island, the apsidal cella and the pronao of the Endymion sanctuary can be viewed.

According to mythology, Selene, the Moon Goddess, fell in love with the handsome shepherd on the Latmos Mountain and put him to eternal sleep.

On the islands in the Bafa Lake and among the rocks on
Latmos Mountain, there are various monasteries. The priests arriving from the Sina peninsula and Greece founded the first monastery here in the 7th century A.D. Thirteen monasteries have been built in this area, the most famous ones being Yediler, Stylos, Soteros, Menet Island, İkizce Islands, Kahve Asar Island. During the Byzantine period, a tower was built along the Bafa Lake to protect the monasteries. In addition to the monasteries, there are numerous caves or trial units around where the monks led their solitary lives. Those closer to the monasteries are decorated with rich frescos. The designs on the walls and the ceilings depict scenes from the life of Christ, Virgin Mary and various saints.

The surface research on the Heracleia antique city is carried out annually by German scientist Annelisa Pesclow.

IASSOS

Iassos is located on a peninsula, surrounded by sea on three sides, within the Kıyıkışlacık village, 28 km. from Milas. According to mythology, it was set up by Pelopolonnesians arriving from Argos, in the 5th century B.C. and was named after Iassos, heading the colonizers.

The city's name does not appear in the records prior to the beginning of this century.

The city was originally founded or an island which, with the filling up of the isthmus, became a peninsula.
The major buildings of the city are located on the peninsula. The large city walls, aqueducts, necropolis and the building called the fish market are outside the walls. The excavations revealed that the earliest settlement in Iassos date back to the end of 3000 B.C.

Once a musician visiting the city gave a recital at the theatre. During the concert, a bell rang, announcing the opening of the fish market. Everybody rose up and departed except for an old man cupping his ear with his hand. The musician approached him and said, "Thank you for appreciating me and my music; for
everyone else rushed out when they heard the bell ". " what?" shouted the old man, " Did the bell ring ?" " Yes, why?". " By your leave, sir" said the old man and ran out. Strabo relates this story to emphasize how essential the sea food was in Iassos, as the soil was barren and bore no fruit.

When Alexander besieged Miletos in 334, Iassos donated a ship to the Persian navy which came to their aid. Ten years later, in Ecbatana, an Iasian named Gorgos was the armoury commander of Alexander.

Another Iasian favoured by Alexander was a boy who had the curious fortune of being loved by a dolphin. It was a tradition in Iassos to bathe in the sea after exercising at the gymnasium. A dolphin would wade ashore, carry this boy away on its back and then return him safely. Alexander, hearing of this, summoned the boy to Babylon and made him a priest to Poseidon, the Sea God. The Iasians were highly influenced by this tale and in their mints of the third century B.C., the coinage shows a boy swimming beside a dolphin, with an arm over its back.

Since 1960, an Italian archaeological team has been running regular excavations at the Iassos antique city. Numerous objects have been unearthed in the course of this work.
An arched gate opens up to the agora. On all four sides of the agora are porticos built
during the Roman period. The bouleterion is in the south-west of the agora. The building used by the city council is circular, with an orchestra and the rows of seats are divided into three sections with four stairways. Six vaults support the seats. At the eastern corner, there is a rectangular building, 17x13 m. in dimension, with columns in the front, which has been identified as Caesareon. The ruins unearthed within the agora date back to the middle of the Bronze Age. The stoas around the agora were built in 130 B.C. according to inscriptions. On the vast plain in the south-western corner of the agora, there is the Temple of Artemis Astias.

The theatre is on the north-eastern slope of an elevation in the centre of the city. The façade of the state building is approximately 61 m. long. The original theatre was built during the Hellenistic times and the repairs and additions made during the Roman period are discernible.

The medieval tower is on the highest point in the centre of the town. It is almost a square with walls of about 2 meters in thickness. There is also a water cistern within.

The harbour is between the peninsula and the mainland, approximately 850 meters in length. The tower at the mouth of the harbour is part of the wave breakers built in medieval times. The tower facing this is demolished. A chain was stretched across these two towers to prevent entrance into the harbour of undesirable vessels. There are two city walls in Iassos, the first one protecting the city and known as the big city wall, and the other in the north-west. The second wall was for regional defence. It is approximately 3.5 km. long and made of local blocks. Its height is variable at places, at an average of 3.5 m., supported by regular columns. Tombs are everywhere in the city. The agora was used as a necropolis in the Archaic age. To the west of the Roman necropolis, on the slopes, there are rock and house tombs. The most famous tomb is the monument from the Roman period in the fish market. In the middle of a square courtyard, surrounded by porticos, on a high podium, a Corinthian mausoleum with four columns in the front rises up. It has a wide pronaos in the front.

The outside walls are decorated with triflutes and plastered antes. A step on the east leads to a shallow cella. The grave chamber is supported by low columns. A small bench for the bones and niches are carved into the rocky walls. The long portico is made up of plastered columns. The vaulted roof on the western part is still standing.
 

The restoration of the mausoleum in the Fish Market was started towards the end of 1993, by funds allocated by the General Directorate of Rotating Capital Operations of the Ministry of Culture, as a result of which the architectural objects and other works of art unearthed by the Italian team in Iassos were catalogued and the galleries within the mausoleum were opened to the public on 11 August, 1995, as the Fish Market Open-Air Museum.

The excavations at Iassos were started in 1960 by an Italian archaeological team headed by Prof. Dr. Doro Levi, and are presently carried out by Dr. Fede Berti.
 

ANTIQUE SETTLEMENTS NOT YET CATALOGUED AT MILAS

Within the boundaries of the Milas town, there are numerous antique settlements which have been established and recorded but, as yet, not catalogued.
 

THE TEMPLE OF SINURI

There is a temple on the mountains at Yukarı KalınaGıl village, 14 km. south of Milas. It was dedicated to a Carian deity, Sinuri. As in Labranda, there is a monumental tomb near the temple, probably belonging to the family of a priest.

HYDAI

It is a small city within the DamlıboGaz village, at the foot of Karaoğlan Mountain. The name of the city is derived from the Greek word "Hydro", meaning water. There is a little information about the history of Heyday. On a coin from the 2nd century B.C., a bearded river deity, representing the Sark Stream, is depicted, leaning against a pitcher, holding a reed in his hand, with three fish floating in the water flowing from the pitcher.

ARGYLE

Argyle is on top of a hill with double summits, at the eastern tip of the peninsula on the narrow and deep bay of the Gollum harbour. According to the epic related in Byzantines by Stephanos, Argyle was founded by the Greek mythological hero, Bellerophon. When his famous winged-horse Pegasus kicked and killed Bargylos, the hero named the city Bargylia to commemorate his friend. The hero of this epic are depicted on the coins minted here during the first century B.C., with Pegasus in flight and Bellerophon riding him.

HYDISOS

The city is on the hill with double summits, covered with pine trees, at Karacahisar village, 29 km. south of Milas. The principal deity of the city, Zeus Areios, the War God, is illustrated on the coins as a bust with a beard and a helmet, or standing, armed to the teeth.

CERAMOS

The city is located within the Ören district, 45 km. south of Milas. The deity of Ceramos was a youngster holding a double-faced axe in his hand. On the coins, he is presented standing half naked. In some coins of the Roman Empire, he is depicted with Zeus Chrysaoreus of neighbouring cities of Stratoniceia and Coinon Chrysaoris .
The Arceological Museum of Marmaris is located at the Fortress. Therefore, in connection with the museum, the history of the fortress must take precedence.