Aiolis kentlerinin en kuzeyde kalanı ve İzmir Antik Kentleri'nden biri olan Pitane Antik Kenti, Homeros'un bahsettiği 12 Aiol kentinden birisi olmasına rağmen Yunan göçü ile ilgili bir kuruluş efsanesi zamanımıza kadar gelmemiştir. Pitane'de yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular, kentin Aiol göçlerinden çok önce M.Ö. 3000 yıllarında kurulduğunu göstermektedir. Aioller gelmeden önce bölgenin yerli halkı olan Pelasgların, Aiol işgalinden sonra kenti tekrar ele geçirdiklerini ve Yunanlıların Pitane'yi, ancak Erythrai'den gelen yardım sonrasında geri alabildiklerini antik kaynaklardan öğreniyoruz. Bununla beraber, mitolojik Amazon Kraliçesi Myrina'nın kendi adına ve komutanları Kyme, Gryne ve Pitane adına kentler kurduğunu mitolojik kaynaklardan öğreniyoruz.

Pitane tarihe bir atasözüyle de girer: "Pitane'den farkım yok". Erken dönem Pitanesi ile ilgili çok bilgi bulamasak da bu sözle, Pitane'nin ne kadar talihsiz bir kent olduğu vurgulanmak istenmiştir. Öyle ki, tarihin ve kaderin Pitane'ye yaşattığı cilveler, Midilli'de bulunan Mitylene'li Tarihçi Hellanikos tarafından yazılmış ve kaynaklaştırılmış; fakat eser günümüze gelememiştir. Bu olaylar dışında Pitane'nin Arkaik Dönemi ile ilgili bilgimiz yoktur. Ama Delos Birliği'ne, Elaia, Gryneion ve Myrina gibi coğrayadaş kentlerle beraber düşük bir vergi ile katılmıştır.

Delos Birliği'ne ödenen verginin miktarı her ne kadar o şehrin refah seviyesi ile ilgili fikir veriyor olsa da Pitane'nin, en azından M.Ö. 3. yy'da yönetimi altındaki topraklar genişti ve bu topraklar önemli bir gelir kaynağıydı. Yazıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla Pitane, Edremit (Adramyettion) Körfezi'nin kuzeyinde kalan bir araziyi, 380 talent gibi büyük bir para ödeyerek Kral 1. Antiokhos'tan satın almıştır. Bu satın alımda, komşu kentlerle iyi ilişkiler kurmak isteyen ve 9000 talentlik bir servete sahip olan Pergamonlu zengin Philetairos'un 40 talentlik bir desteği olduğunu da öğreniyoruz. Diğer Aiolis kentleri ile birlikte Pergamon Krallığı'nın hakimiyetine giren Pitane, Mithridates Savaşları'na kadar tarih sahnesinde gözükmez. Mithridates, Fimbria yönetimindeki Roma ordusuna yenilince, Batı Anadolu'daki başkenti Pergamon'dan kaçar ve yakındaki liman kenti Pitane'ye gelir. Burada da kuşatma altına alınan Mithridates, gemi yoluyla karşı kıyıya, Midilli'nin Mitylene Kenti'ne kaçar.

Bunun dışında Pitane, düşünür/filozof Arkesilaos sayesinde de tanınır. M.Ö. 3. yy'da Platon'un Atina'daki meşhur Akademia'sının başına geçen diyalektikçi Arkesilaos, bir sorunu iki farklı/aksi yönden tartışarak, felsefi sorunun çözümü için kesin bir yargıda bulunamayacağımızı tanıtlamaya çalışmıştır. Bu yüzden hiç bir eser yazamadığı Antik kaynaklarca söylenmektedir.

Ayrıca Strabon, kentin tuğlalarıyla meşhur olduğuna değinmiştir. Pitane çevresindeki volkanik kökenli toprağın suya oranla daha hafif olmasından dolayı, kentte yapılan tuğlaların kuruduklarında batmadıklarını bize aktarır. Plinius'un da katıldığı bu ifadeyi günümüzde kanıtlayabilecek bir veri maalesef bulunamamıştır.

Kentin Roma Dönemi'nde parladığı, yapılan stadyum ve tiyatro gibi kamusal binalardan dolayı kesindir. Ama kentin Roma Dönemi'ne ilişki bilgimiz yok denecek kadar azdır. Bizans Dönemi'nde ise Pitane'nin, Ephesus (Efes) Metropolitliği'ne bağlı bir kent olduğunu biliyoruz. Kentte bulunan en önemli yapı konumundaki Ceneviz Kalesi, Pitane'de Orta Çağ'da da bir yerleşme olduğunu göstermektedir.

Pitane'de ilk araştırmalar 20. yy'ın başına dayanmaktadır. İzmir Antik Kentleri arasında en es Bergama kazılarında görevli arkeologlar A. Conze ve W. Dorpfeld, Pitane Antik Kenti'ndeki ilk araştırmaları yapmışlardır. Daha sonra kentte kazılar yapan Osman Hamdi Bey, tarihi M.Ö. 2000'lere inen kaplar bulmuştur. 1958 yılında köylüler tarafından meşhur Arkaik Kuros heykelinin bulunmasından sonra 1960'lı yıllarda Çandarlı'ya gelip Pitane'de kazılara başlayan Ekrem Akurgal, karşılaştığı zengin buluntular sonrasında Pitane nekropolü için "Anadolu'nun en zengin Eski Çağ Nekropolü" demiştir.

Ama bu buluntu zenginliğine rağmen Pitane'den geriye çok az şey kalmıştır. Çandarlı'nın büyümesi sırasında yok edilen antik kent tamamen yağmalanmıştır. Öyle ki bugün tiyatro koyağının yerinde yakın zamanlarda yapılmış bir bina yükselmektedir.

Pitane, Çandarlı'nın içinde, bugün Adal Mahallesi denilen yarımadanın üzerinde kurulmuştu. Yarımadanın çevresi kalınlığı 2,5 metreyi bulan ve izleri bugün yarımadanın batı tarafında yer yer gözüken İlk Çağ surlarıyla çevriliydi. Strabon'un anlattıklarına göre kentin iki limanı bulunmaktaydı.

Batıda kalan liman, şu an denizin altında kalan bir mendirekle çevreleniyordu. Mendireğin kıyıya yakın bir adaya kadar uzatıldığı ve bu noktada bir kule ile sonlandığı tespit edilmiştir. Doğuda olması gereken ikinci limana dair hiçbir kalıntı bulunmamaktadır. Bölgede araştırmalar yapan George E. Bean, bu noktanın en sert esen rüzgarlara karşı doğal bir koruması olduğundan hiçbir yapıya ihtiyaç duyulmamış olabilceğinden bahseder.

Pitane Antik Kenti'nin hiçbir kamusal yapısı günümüze kadar ulaşmamıştır. Sadece, yarımadanın doğusunda tiyatronun koyağının yeri ve yarımadanın güneyinde kalan burun üzerinde stadionun yeri bellidir. Günümüzde Ceneviz Kalesi olarak adlandırılan Orta Çağ kalesinin temellerinde antik yapı temelleri kullanıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca kale duvarları İlk Çağ yapılarından alınan devşirme taşlarla inşa edilmiştir. Şu anki yapısı orjinalinden farklı olan kale, aynı zamanda Yeni Foça'nın kurucusu olan ve bölgedeki şap madenlerinin sahibi olan Andreola Domanica Cattaneo tarafından, Çandarlı ve körfezin güvenliği için 13. yy'da inşa ettirilmişti. Aynı zamanda kale Ceneviz soylusu olan Francesco Gattilusio ve ailesi tarafından uzunca bir süre kullanılmıştır. Kale günümüzde, önemli Ceneviz kalelerini Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alan UNESCO tarafından listeye dahil edilmiştir.

Bu kadar az kalıntıya rağmen Pitane, pek çok müzeye zengin koleksiyonlar vermiştir. Bu koleksiyonlar günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi, Bergama Müzesi ve İzmir Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. 1958 yılında yarımada kıstağında köylüler tarafından bulunan erken İon sitilindeki heykel, 1.63 m boyunda doğal bir erkek figürüdür. Tipik bir Arkaik Dönem eseri olan ve M.Ö. 6. yy'a tarihlenen heykel günümüzde Bergama Müzesi'ndedir.Bu heykelin bulunmasından sonra bölgede kazılara başlayan Ekrem Akurgal ve ekibi çok zengin nekropol buluntularıyla karşılaşmış ve Aiolis Bölgesi'nin ölü gömme teknikleriyle ilgili önemli sonuçlara ulaşmıştırlar.